Biyografi Biyoloji Hypatia Arşivi

EVRİM TEORİSİ – Maymundan Gelmedik!

 

Evrim teorisi tarihine ineceğiz şimdi, hazır olun

“Her şey akar hiçbir şey kalıcı değildir. O yüzden aynı dereye iki kez girmek mümkün değildir. Çünkü dereye bir kez daha girdiğimde hem ben hem de dere değişmiştir…”

Aynı dereye iki kez girilemez diyen Heraklitos’tan bahsediyoruz… Evrim düşüncesinin derin anlamları antik çağlardaki filozoflarda yatıyor… Her şey değişir ve hiçbir şey eskisi gibi kalamaz… Çoğumuz evrim düşüncesinin Darwin’den geldiğini, sanki Darwin ile var olmuş bir şey gibi kanıksarız…

Oysa; Thales, Anaximander, Empedokles, Zhuangzi, Li Yuese, Titus Lucretius Carius, El-Cahız, İbn-i Haldun, Pierre Louis Maupertuis, G.L.L. Buffon, Diderot, James Burnett, Lord Monboddo, Charles Bonnet, Charles Lyell, Georges Cuvier, Jean-Baptiste Lamarck, James Hutton, Erasmus Darwin, Charles Darwin, Gregor Mendel, Ronald Fisher, James Watson ve bu kişilere tarihsel ve diyalektik materyalizm fikrinin yere sağlam basmasını sağlayan Karl Marx ve Friderich Engels’i de ekleyebiliriz… Hiçbiri birbirinden bağımsız ele alınamaz…

EVRİM TEORİSİ savunucuları

Felsefi bakış açıları bilgiye ulaşma gayreti birçok parçayı birleştirdi, içinde devinimli süreçlerden geçen bilimsel veriye ulaştı. Ne biyoloji ne fizik ne de sosyoloji birbirinden bağımsız düşünülemez… Bizler galiba teke indirgediğimiz için yanılgılara kapılıyoruz ve onu kendi dünyasında hapsediyoruz… “Evrim teorisi yalandır!” Hoop bitti! Peki bu kadar mı? Bütünü görebilecek derinliğe inmek yerine bas küfrü olsun bitsin… Kolaya kaçarak sıyrılıp gidiyoruz… Bu yazıda zorlayacağız hiç bir parçayı diğerinden bağımsız düşünmeyeceğiz…

Hadi başlayalım!

Felsefenin temel sorusuna gidelim… “Madde mi ilk veriydi? Yoksa bilinç mi?”

Eğer ilk veriye madde dersek:
Evren, düşünce ve bilinçten bağımsız hareket eden maddi bir gerçekliktir olduğunu;

Eğer ilk veriye bilinç dersek:
Maddi dünyanın, doğanın, varlığın ancak insanın düşüncelerinde, duyularında hareketsiz durağan ve bunların en yüksek biçimi olan bir yüce ruh tarafından yaratıldığını söyleriz.

Bu tartışma materyalist ve idealist felsefelerin temelini oluşturur. Bu felsefeleri açıklarken yöntemlere başvururuz. Materyalist felsefe için diyalektik bir yöntemken idealist felsefe içinse metafiziktir…

Diyalektik; maddeden yola çıkarak hareketin ve sürekli bir değişimi söylerken, metafizik ise ilk önceleri hareketi yadsırken daha sonraları hareketi doğa yasalarının dışında arar fiziğin ötesine taşır…

Kafa karışıklığı yaratmadan diyalektik yönteme biraz daha bakacağız…

-Her Şey Birbirine Bağlıdır

Tüm nesneler ve imgeler organik olarak birbirine bağlıdır ve karşılıklı olarak birbirlerini koşullandırdıkları ilişkilere tam bir bütün olarak bakar.

-Her Şey Durum Değiştirir

Doğada sürekli olarak kimi şeylerin doğduğu ve geliştiği, kimi şeylerin dağıldığı, kesintisiz yenilenme ve gelişme durumunda olduğunu söyler.

-Nitel ve Nicel Değişiklik

Nitel değişiklik, nicel değişim ile başlar. Nitel değişimin olması için; farkına varılmayan, dereceli, hissedilmeyen nicel değişimin yaşanması mecburidir ve bu nicel değişimin birikimleri sonucu nitel değişim gerçekleşir.

-Zıtların Savaşımı

Doğadaki nesnelerin iç çelişkiler içerdikleri ve sürekli ölümle yaşamı barındırdığı gibi her şeyin zıddıyla var olduğunu açıklar. Kısa varsa uzun da vardır! Kısa olmasaydı uzunun da ne olduğunu bilemezdik. Sert varsa yumuşakta vardır. Büyük/küçük her şey zıddıyla vardır.

Engels, diyalektik yöntem kullanarak şöyle demektedir: “Tüm doğa, en küçüğünden en büyüğüne dek, küçük bir kum tanesinden güneşe, canlı en ilkel hücreden insana dek, sürekli bir varoluş ve yok oluş, sürekli bir akış, sonsuz bir hareket ve değişme içindedir.”

İşte Evrim Teorisi tam da bunun üzerine denk düşmektedir. Her şey birbirine bağlı ve her şey durum değiştirmektedir.

Buraya bir parantez açıp termodinamiğin ikinci yasası ile devam edelim…

-Entropi

Fizik yasaları bize izole bir sistemin entropisinin hiçbir zaman azalamayacağını, sürekli arttığını söyler… Bu örneği neden veriyoruz? Çünkü maddenin iç çelişkileri sürekli devinim halinde ve bu devinim değişmeye uğramak zorunda, durağan olamaz. Canlılık ise bir süreye kadar izole yani kapalı bir sistem olmadığı için entropi ile bir müddet baş edebiliyor ve bizler oluşuyoruz ama sürekli devinim ve sürekli değişim içindeyiz. Ve; Yaşlanma kaçınılmazdır; çünkü fizik bize hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmeyeceğini söyler.

Evrim teorisi fizik yasalarından, toplumsal olgulardan ya da bilimin diğer dallarından bağımsız düşünülemez…

Evrim teorisi içinde geçen teori kısmına gelelim şimdi de… “Evrim bir teori kanıtlanamadığı için kanun olamaz!” 🙂 Bu, son derece hatalı bir ölçüttür. Teori, kanıtlarla desteklenebilen açıklamalar bütünüdür ve o da sürekli hareket halindedir! Şunu bilmekte fayda var evrim teorisi hiçbir zaman sicim teorisi gibi kanuna dönüşmeyecek. Bilimin hiçbir sahasının olmadığı gibi, Evrim Teorisi de statik bir çalışma sahası değildir. Durağan olamaz… Hareketin aslında hareket halindeki hareketidir! 🙂 İşte tam da bu! “Hareketin hareket halindeki hareketi!” Değişimin değişim halindeki değişimsel hareketidir!

Hangi sahaya insek, hangi bilimsel dala baksak, uzaya da çıksak mikrokosmos için derinlere de insek evrim teorisine ihtiyaç duyarız… Doğa yasalarını açıklamak için en mükemmel teorilerden biridir… Beğensek de beğenmesek de, yalanlasak da kabullensek de harikulade bir temele dayanır…

1859 yılında Darwin, evrimsel biyolojiye Türlerin Kökeni adlı yapıtla nasıl damga vurdu ise sosyolojik açıdan da Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni de damga vurmuştur…

EVRİM TEORİSİ

1884 tarihli, tarihsel gelişim sürecini harika bir şekilde ele aldığı, toplumsal yapının, ilkel komün sisteminin modern çağlara kadar yaşadığı değişimleri anlatır… Değişim süreklidir… Bitmez durdurulamaz…

Evrim, biyolojide canlı türlerinin, bakın burası önemli; tekil bireylerin değil türlerin nesilden nesle kalıtsal değişime uğrayarak ilk halinden farklı özellikler kazanması sürecidir.

Dünyanın evrimi, evrenin evrimi ya da kimyasal evrim gibi kavramlardan ayırmak amacıyla organik evrim ya da biyolojik evrim olarak da adlandırılır.

Darwin’in evrimle ilgili çizdiği çerçeve son derece basit ve yalın kalmaktadır. Evrimin özünü anlamak ve anlatmak bakımından bu tespitler halen çok değerlidir; fakat evrimsel biyolojiyi Darwin’den ve onun ileri sürdüğü haliyle Evrim Teorisi’nden ibaret görmemiz imkansızdır. Evrim teorisinde bazı çeşitleri mecburen bizde izm’lerle süslemek zorunda kaldık. 😀

-Darwinizm: Türlerin “doğal seçilim” yoluyla neslini devam ettirmesi -ki kendi içinde Katı Darwinizm, Genel Darwinizm gibi çeşitlere ayrılır-,

-Lamarkianizm: Sonradan kazanılan özelliklerin çocuklara aktarılması,

-Saltationalism: Evrimin büyük adımlarla ve zıplamalarla gerçekleşmesi,

-Gradualism: Türlerdeki değişimlerin yavaş yavaş ve aşamalı olarak gerçekleşmesi,

-Kesintili denge: Uzun süren durgun dönemlerden aniden çok hızlı bir evrim geçirilmesi,

-Phyletic Gradualism: Yavaş ve aşamalı değişimin bir türdeki tüm üyeleri arasında gerçekleşmesi,

-Orthogenesis: Evrimin sürekli sabit bir hızda ve tempoda seyretmesi.

Evrim teorisi birçok aşamadan geçmiş ve yenilenmiştir. Birçok fikir mecburen elenmek zorunda kaldı, yenileri ise üzerine koyarak devam etti… Evrim Teorisi’yle ilgili birçok yeni açıklama getirildi, geçerli bir teori olduğu matematiksel olarak da ele alındı…

Bilgisayar modelleriyle doğrulandı, elimizi değdiğimiz her türde gözledik, karşılaştırmalı anatomi, morfoloji, genetik sahalarındaki çalışmalar bir bütün olarak evrimsel süreçleri tam da teorinin öngördüğü şekilde doğruladı… Bu yolda yepyeni hipotezler ileri sürüldü, bazıları çok güçlü şekillerde doğrulanarak (veya hala yanlışlanamayarak) teorinin güçlü bir parçası haline geldiler, bazıları çürütüldü ve unutuldu.

Çünkü milyarlarca parçası olan bir puzzle yaptığımızı hayal edecek olursak bazen bazı parçaları yanlış yerlere koymamız da normal karşılanmalıdır.

Canlıların genlerinde zaman içinde yaşanan değişimi ve tüm canlıların ortak bir atadan gelmesini konu edinen evrim teorisinin çeşitli biçimleri bile aynı hipotezleri ortaya çıkarmıştır.

Bu hipotezler;

Bir türe ait olan bireyler ve fenotipler, daima birbirinden farklı derecelerde çevreye uyum gösterirler.

Evrim, canlıların özelliklerinin sadece kalıtsal olduğu durumlarda gerçekleşir. Diğer bir deyişle evrim, ebeveynler özelliklerini sonraki yavru kuşaklara aktardığında ve bu özellikler popülasyonda kalıcı olduğunda gerçekleşir.

Çevresel etmenlerin canlılar üzerinde devamlı süren etkileri sonucu, bazı organizmalar ve onların genetik planları da (genotipleri) seçilime uğrar. Bu genetik plan da bir türün bireylerinden oluşan popülasyonda egemen olur. Yani zaman içinde Genotipler (genetik plan) ve Fenotipler yani bireyler değişim gösterir.

“İnsanlar maymundan geldiyse peki maymunlar neden şimdi insan olmuyor?…” gelelim bu soruya…

Bu soru kara cehaletin ve evrim teorisine dair bir gram bir şey bilmeden sadece kara propaganda yaptırmaktır. Şunun için içiniz rahat olsun Evrim Teorisi’nde hiçbir yerde insanın maymundan türediği yazmaz, en azından biz rastlamadık henüz… Sadece İbn-i Haldun’un Mukaddime kitabında insanların “maymunlar dünyasından” gelişerek oluştuğuna dair fikirler vardır. Birazdan ona değineceğiz…

maymunlar

Ama evrim teorisinde, dünyanın hiçbir yerinde, ne Darwin ne de bir evrim teorisyeni “insanların maymunlardan geldiğini” söylememiştir. Söylenen insanların ve maymunların aynı ortak atadan geldiğidir.

Yeri gelmişken Evrim Teorisi, evrimi açıklamak için tanrıya, tanrılara, ruhlara, cinlere, perilere, goblinlere vs. ihtiyaç duymaz. Herhangi bir tanrının varlığı ya da yokluğu hakkında hiçbir şey söylemez…

İnanç sistemi çok farklı çalışır.. İnanç deneylenemez, kanıtlanamaz, sorgulanamaz… Eğer deneylenir, kanıtlanır, sorgulanır ise bu inanç olamaz…

Tarihsel olarak nerelerden geçmiş evrim biraz irdeleyelim…

evrim savunanlar

Tarihte ilk bilinen filozof Thales, evrenin temel hammaddesinin su olduğunu söylüyor. O’nun öğrencisi Anaximander, var olmuş ilk canlıların suda yaşadığını, karadakilerin ise onların değişimi ile oluştuğunu ileri sürdü.

MÖ 490-430 yılları arasında yaşamış Empedokles, canlılığın varlığı için doğaüstü bir gücün olmasına gerek olmadığını, adaptasyonun herhangi bir “ilk sebebe” gerek duymadan canlıların var olmasının açıklaması olabileceğine dair düşüncelerini yazmıştır.

Milattan önce 610 ile 546 yılları arasında bu denli iyi tespitler sunulmuşken.. Aynı zamanlara denk düşen, Çin’de Zhuangzi, türlerin değişebileceğini MÖ 400 yılında ileri sürmüştür.

Benzer şekilde Çinli Li Yuese Taoizm’in sabit canlılar düşüncesini tamamen reddettiğini ve farklı canlıların farklı çevrelerde farklılaşabileceklerini söylediğini açıklamaktadır. Zaten Taoizm, düşünce yapısı olarak her şeyin “sürekli bir dönüşüm” içerisinde olduğunu ileri sürmektedir.

Roma’da da Titus Lucretius Carus, MÖ. 50 yılında tüm teoloji görüşüne ters düşecek şekilde canlıların değişebileceğini ve doğal süreçlerle ortaya çıktıklarını ileri sürmüştür.

8. yüzyıl ile 13. yüzyıl arasında “altın çağını” yaşayan İslam dünyasında ise benzer bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Bilinen ilk İslami Biyolog olan el-Cahız (tam adı: Ebu Osman Amr bin Bahr Kinani el-Fukaimi el-Basri), canlıların var oldukları ortamda bir mücadele içerisinde olduklarını ve yaşam için savaşmak zorunda olduklarını yazmıştır.

El-Cahız, aynı zamanda ayrıntılı besin zincirlerini inceleyen ilk bilim insanlarındandır. Hayvanlar Kitabı isimli kitabında hayvanların yaşadıkları ortamın, yaşam mücadeleleri üzerinde birebir etkisi olduğunu yazmıştır.

Benzer şekilde, 1377 yılında İbn-i Haldun Mukaddime isimli kitabında insanların “maymunlar dünyasından” gelişerek ortaya çıktıklarına dair fikirler yazmıştır. Üstelik aynı kitabında “türlerin sayısının artabileceğini” ifade etmiştir.

1751 yılında Pierre Louis Maupertuis’in  “doğal modifikasyonların üreme sonucu oluştuğu ve nesiller geçtikçe birikebildiği, dolayısıyla yeni ırklara ve türlere sebep olabildiğini” yazmıştır.

1762 yılına gelindiğinde Evrim” kelimesi ilk kez Charles Bonnet tarafından kullanılmıştır.

18. yüzyılda ünlü doğa bilgini G.L.L. Buffon, gördüğümüz bütün türlerin, belli bir türün farklılaşmış versiyonları olduğunu ileri sürmüştür.

Diderot, James Burnett, Lord Monboddo  gibi isimler, bu düşünceleri bir adım daha ileri taşımışlardır ve hatta Lord Monboddo insanların primat olduğunu ve diğer primatlardan farklılaşarak bugünkü haline geldiğini ileri sürmüştür.

Charles Darwin’in dedesi Erasmus Darwin 1796 tarihli kitabı Zoonomia’da “tüm sıcak kanlı türlerin tek bir türden farklılaşarak günümüze geldiğini” yazmıştır.

1788 yılında James Hutton, jeolojinin çok yavaş bir şekilde ama sürekli olarak değiştiğini iddia ederek gezegenimizin değişmezlik iddiasına ilk darbeyi vurmuştur.

1796 yılında Georges Cuvier mamut ve mastodon fosillerini bulmuş ve günümüz filleri ile arasındaki onlarca farklılığı ortaya koymuştur. Böylece uzun yıllardır süren “canlıların soyu tükenemez, yoksa varlık amaçları boşa çıkar” düşüncesi yıkılmış, canlıların herhangi bir amaçla var olmadıkları ve soylarının tükenebileceği ispatlanmıştı.

Bugün bildiğimiz anlamdaki Evrim kavramı ise Fransız Compt de Buffon‘a aittir. Buffon bu konuda 1749-1804 arasında 44 eser vermiştir. Buffon’un eserlerinde bilinmeyen ise “evrim olgusunu” veren ve neden olan süreçlerdi.

Özellikle 18. yüzyılda bu konularda bir düşünce zenginliği gözlemlenmiş ve 1809’da Lamarck, türlerin oluşmasını ebeveynlerin hayattayken edindikleri kalıtımlar ve uyum sağlama yoluyla oluştuğunu söyleyen görüşünü belirtmiştir.

Bu görüşler İngiltere’de siyasi ve dini düzeni tehdit eden görüşler olarak görülmüş ve oradaki bilim kurumlarınca da bu görüşler ilk önce tehlikeli olarak görülmüş, tepki çekmişti.

1858 yılında ise hem Charles Darwin, hem de Alfred Russel Wallace eş zamanlı olarak Londra Linne Derneği’nde iki farklı çalışmada, türlerin doğal seçilim yoluyla evrim geçirdiklerine dair teorilerini ortaya koyarak ilk kez yayınlıyorlar ve buna Evrim teorisi deniliyor.

Fakat bu yayın ilk önce fazla dikkat çekmedi. Bir yıl sonra 1859 yılında ise Darwin,Türlerin Kökeni isimli kitabını yayınladı ve bu kitabında, Evrim teorisini daha iyi açıkladığı ve evrim süreçlerine dair daha derin açıklamalar getirdiği için artık bilim dünyasında da giderek daha çok kabul görmeye ve evrimin gerçekliği kabul edilmeye başlandı.

Darwin’in buna karşın açıklayamadığı şey ise, canlıların bu özelliklerini nesillerden nesillere nasıl aktarabildikleri ve bu özelliklerin sahip olduğu farklı varyasyonlarının soya çekimde neden birbirlerine karışmadığı idi. Çünkü o zamanlarda gen ve DNA henüz bulunmamıştı ve Darwin de bunların genetik temellerini bilemiyordu.

Bu mekanizmayı açıklayan bilgileri ise 1865’de Gregor Mendel sağladı. Mendel’in araştırmaları ise belirli özelliklerin önceden söylenebilir ve kesin tanımlanabilir bir şekilde gelecek nesillere kalıtımla nasıl bırakıldığını açıklıyordu. Fakat Mendel de henüz DNA ve genlerin olduğunu bilmiyordu.

DNA’nın 1944’de ilk kez Oswald Avery tarafından bulunması ve bunun genetik materyal olduğunun anlaşılması, sonra 1953’de James Watson ile Francis Crick‘in DNA yapısını çözmeleri ile de bu sefer kalıtımın fiziksel ve maddesel temelleri olduğu anlaşıldı ve evrim mekanizmalarında genetiğin rolüne dair daha çok açıklamalar getirilebildi.

O zamandan beri genetik ve moleküler biyoloji evrim biyolojisinin de temel unsurlarıdır. Sürekli üzerine binerek gelişmekte olan süreci algılayabiliyoruz değil mi? Bir bilimsel veri bir felsefi düşünce sistemi, hiçte öyle kolay oluşmuyor… Sen çıkıp “evrim saçmalık” desen de neye yarar?!

Bu kadar çalışma, sürekli çaba, binlerce bilim insanı binlerce düşünür ve milyonlarcası tarafından en azından bizim arkasından sürüklendiğimiz sıradan politikacılardan çok daha değerli değil mi?

Evrim mekanizmaları, evrenimizin mekanizmalarıyla uyum içindedir. Lütfen küfür etmeden önce okuma yapalım. Daha ileride daha iyi fikirler, daha iyi bilimsel araştırmalar ortaya atılacaktır. Ve belki o zaman başka başka şeylerden bahsedeceğiz… Ama o zamana kadar evrim bizim için en yararlı araçtır…