Astronomi Biyoloji Hypatia Arşivi

Canlılık Uzaydan Geldi! – Panspermia Nedir?

Geçende abiyogenez ile ilgili video/yazı yapmıştık, onun yanında panspermiyadan da bahsetmek gerekiyor. Dünyada canlılığın nasıl oluştuğuna dair birkaç teori var. En önemlilerinden biri de; panspermia yani Canlılık Uzaydan Geldi!

Biyoloji tarihindeki en önemli tartışmalardan biri yaşamın kökeni tartışmasıdır. Bu yaşam nereden geldi böyle? Cansızlardan canlılığa dönüştüğü düşüncesini barındıran abiyogenez teorisi ile mi? Yoksa uzayın derinliklerinden dünyamızı bulması şeklinde mi?

Canlılık Uzaydan Geldi!

Panspermia yaşamın Dünya’ya uzaydan veya uzaydaki başka gezegenlerden/göktaşlarından geldiğini ileri sürer. Panspermia, kelime anlamı olarak (Grekçe “pan/pas” bütün ve sperma “tohum” anlamına gelir) “her yere saçılmış tohumlar” anlamına gelir. Ondan dolayı teoriye dünya dışı yaşam tohumları denmektedir. Bu teori, Dünya üzerindeki yaşamın uzaydan  köken aldığını diğer gezegenler veya uzayda başlayan yaşamın tohum veya sporlar aracılığıyla Dünya’ya ulaşarak buradaki yaşamın kökenini oluşturduğunu savunur.

Canlılık Uzaydan Geldi - meteor

Bu fikir bir bilimkurgu romanından fırlamış gibi görünse de, bazı kanıtlar, yaşamın dünya dışı bir kökeninin o kadar da uzak bir fikir olmayabileceğini gösteriyor.

Anaksagoras

Panspermia teorisi bilimsel olarak ilk kez 19. yüzyılda tartışılmaya başlanmış ve hala tartışılmaya devam etmektedir.  Aslında ondan daha önceleri bir düşünür var. Adı : Anaksagoras.

Anaksagoras, Doğa Üzerine adlı eserinde bütün Evren’in tohumlardan meydana geldiğini, başlangıçta kaos halindeki bu tohumların ‘nous’ adını verdiği Evren’i düzene sokan bir ilke sayesinde düzene girerek canlı ve cansız bütün varlıkları meydana getirdiğini savunmuştur, daha sonra uzun yıllar unutulan bu kuram, 1834’te Jöns Jacob Berzelius, 1871’de William Thomson Kelvin, 1879’da Hermann Von Hermholtz, 1903 yılında Svante Arrhenius, 2001 yılına kadar Sir Fred Hoyle ve günümüze kadar Chandra Wickramasinghe tarafından gündeme yeniden getirilmiştir.

Yaşamın uzaydaki başka cisimlerden Dünya’ya geldiği “fikri“, illa ki yaşamın kendisinin, yani yaşayan bir organizmanın başka bir yerden gezegenimize gelip evrimleştiği anlamına gelmiyor. Yaşamın var olmasını sağlayacak yahut kolaylaştıracak bileşiklerin yeryüzüne sonradan gelmiş olması da bu teori kapsamındadır.

Panspermia teorisini destekleyen bir argüman, 4 ila 3,8 milyar yıl önce, dünyanın yoğun bombardıman döneminden hemen sonra yaşamın ortaya çıkmasıdır. Bu dönemde araştırmacılar, Dünya’nın uzun ve çok güçlü bir meteor yağmuru serisine katlandığına inanıyorlar. Bununla birlikte, Dünya’daki yaşamın en eski kanıtı, bu bombardıman aşamasıyla örtüşen, yaklaşık 3.83 milyar yıl önce mevcut olduğunu gösteriyor.

Teorinin ilk gündeme getirilme sebebinin başında Dünya’nın başlangıçta çok sıcak olması ve yaşama elverişli koşulların olmaması geliyor. Çünkü yaşam için gerekli maddelerin pek çoğu bu koşullarda bulunamaz veya oluşamaz. Bu da akıllara yaşam için gerekli maddelerin Dünya’nın dışından gelmiş olabileceğini düşündürtmektedir.

Peki, mesela  biz bir soru soralım! Nasıl bir canlı gezegenler arasında, bir asteroitin üzerinde seyahat edip canlı kalmaya devam edebilir ki? Böyle bir canlı türü var mı?

Aslında şunu biliyoruz, bazı bakteriler 113°C gibi yüksek sıcaklıklarda ürerler. Öte yandan, mikroplar -18°C kadar düşük sıcaklıklarda gelişebilir; birçoğu -196°C’de sıvı nitrojen içinde korunabilir. Ayrıca yüksek dozlarda iyonlaştırıcı ve UV radyasyonu, aşırı basınç vb.’ne de tolerans gösterebilirler.

Ya da uzayda sıcaklık yaklaşık -270 civarındadır. Her ne kadar bu dereceye dayanabilen bir arke henüz keşfedilmemiş olsa da Arkeler, Dünya’da en zor koşullara bile dayanabilen canlılardır. Morötesi radyasyon, proton bombardımanları ve aşırı soğuklarda bile yaşam bulabilirler. Kaldı ki daha tanımlanan 1000 civarında, tanımlanamayan, keşfedilememiş milyonlarcasıyla varlar ve belki yakında keşfedilecektir…

Mesela yine tardigradlar bu teori için umut ışığı olmaktadır. Bu canlılar, Himalaya Dağları’nın 6.000 metre yüksekliğinde ve okyanusların 4.000 metre derinliklerinde de yaşayabilmektedir. Hatta bazı tardigrat türlerinin -271 derece ve +151 derecede bile yaşamlarına devam edebildiği görülmüştür.

Bu canlılar üzerinde yapılan  deneylerde, bir grup tardigrat uzaya çıkarılmış, 10 gün boyunca uzay boşluğunun tüm koşullarına doğrudan maruz bırakılmış ve geri döndürüldüklerinde uzay boşluğunda hiçbir şey olmamış gibi yaşamlarını sürdürdükleri ve hatta yumurtladıkları keşfedilmiştir.

Aynı şekilde, yaşam için gerekli olan bazı aminoasitlerin yapı taşları ve çeşitli organik moleküllerin uzayda göktaşları üzerinde, hatta yıldızlararası boşluktaki gaz ve toz bulutlarında rahatça oluşabildiği uzun zamandır yapılan gözlemlerle biliniyor.

Yine bu savları destekler nitelikte bir şey daha var!

Örneğin, bugün yeryüzünde var olan miktarda suyun, dünyanın oluşum süreci içindeki aşırı sıcak ortamda korunması mümkün değil. Eğer dışarıdan bir su takviyesi olmamış olsaydı, suya bağımlı bildiğimiz bugünkü yaşamın oluşması mümkün olamazdı. Zaten yapılan araştırmalardan da anlıyoruz ki, yeryüzünde şu anda var olan suyumuz yaklaşık 3.5 milyar yıl önceki, milyonlarca yıl süren yoğun bir göktaşı / kuyruklu yıldız bombardımanı sayesinde yeryüzünde birikme imkanı bulmuş.